Pazartesi, Eylül 16, 2013
Perşembe, Kasım 06, 2008
Pazar, Aralık 16, 2007
KADIN'A
En derin uykumda ziftlendiğim,
ayaklarıma yapışan sıcak asfalt gibi katrana bulanmış bir ömrüm vardı.
Zor olanın "kabullenmek" olduğunu kim tahmin edebilirdiki?
Kendine BİTTİ demek. Bitmesinden daha acı veriyormuş.
Bir abim söylemişti.
"Hayatta her tecrübe ücrete tabidir"
Doğruymuş...
Sonra mı?
Kefen kokusunu burnumda hissetmek için neler yapabileceğimin merakı içindeyken,
İnsanların en derin korkularını ŞİMDİ yaşamak için can atarken...
Birden...
Aniden...
Çıktım...
Evet çıktım. Hem de İçinde "Ben"i bulduğum, Amber misali, buram buram "SEN"in koktuğu bir hayata çıktım.
İçi, ömür emiciler tarafından yağmalanmış bir yığınken , kendimi ADAM gibi hissettiğim bir hayata
Bakışlarla beslendiğim, kokunla nefes aldığım, sıcaklığınla ısındığım bir hayata...
Bir hayat diyorum çünkü ömürlük KADIN'ların sadece cennette olduğuna inanmıştım artık...
Bu da bir tecrübe işte.
Bedeli mi?
En derin öfkelerimin falezlerinde ölümü...
Huzurun sarhoş edici uyuşukluğu,
Mutluluğun iç gıcıklayıcı çığlığı...
Yine
Yeni
Yeniden değil bu yaşadıklarım...
Biliyorum...
İlk defa
Seninle
Her zaman...
Pazartesi, Ağustos 27, 2007
BİTTİ
Aslında BİTTİ de bitti...
Uyumak istiyorum...
Yorgunum...
İçimden emilen kanı tazelemek, Yeniden yaşayabilmek istiyorum...
Yazmıyorum. Daha doğrusu kendim dışında kimseye yazmıyorum.
Deniyorum ama kustuklarımdan kendim de korkar oldum. Kanser, vücudumdaki son kanı da zehirledi..
Kendimi vurdum öfkemle...
Yeniden doğabilir miyim?
Bilmiyorum...
Tanrıyı oynamaktan vazgeçeli yıl oldu.
Roller dağıtılmış...
Bize de nacizane kalan
KARANLIK ODA...
En karanlık "odalardan" zift akarken içime...
Sıcak asfaltta yürürken yalınayak,
Tabanlarıma yapışan petrol artıkarıyla,
Tutmaz mıydı bu pislik, içimde yeşermez miydi ki?
Yaşamaz mıydı küçücük bir tını bile kulaklarımda...
Bir kadına söz vermiştim ömrümü,
Özümü dökmüştüm yüreğine,
Gözümü istedi diyetine...
Yine de saklamışım en derinde
içimde
Ömrümü,
Verebilmek için
En KADIN için...
Pazartesi, Nisan 30, 2007
BİRGÜN
İçimdeki kanı sıktım, akıttım...
"İnsan" makyajlarını sildim ömür emicilerin,
Sildikçe aşındı ömrüm, kire bulandı tenim...
Unutmayacağım...
En derin darbelerin
En yakınlarımdan geldiğini.
Kendine "İnsan" diyen o ruhsuz yaratıkların,
iki paralık adamları musallat ettiğini ömrüme...
Gerçi
Devrettim gece nöbetlerini
Gaia ve Uranos'a...
ben uyuyorum artık.
Yıllar sonra uyuyorum...
Sen,
Dünyaya hapsolmuş bir mahkum,
Ben,
Kulağına "SUR" üflemek için
İsrafil...
Gökten iki VEBAL düşmüş boynuna;
Cuma, Mart 30, 2007
MÜSVETTELER
Yazmayayım diyordum.
Biliyorum yazmamam gerek
Kusmamalıyım diyorum
Biliyorum kusmamam gerek.
Ama insanı çileden çıkartan müsvetteler olunca, içimdekileri kusmamak ne mümkün.
Bir insanoğlunun bir insanoğluna yapabileceği en ağır darbeyi gözünün içine bakabaka attıktan sonra, nasıl bir pişkinlik bu, nasıl bir yüzsüzlük anlayabilmiş değilim.
İnsan içine çıkmaya yüzü olmayan küçük “insan”ların kendilerini olduklarından farklı gösterme çabalarını anlayamıyorum. Aynaya bakmaya bile yüzü olmazken, nefes alması bile hayata karşı yeterince kabalıkken, cenazesini ve günahlarını yıkayacak imam bulması bile mucizeyken hala “insan” taklidi yapmalarını anlayamıyorum.
10 yıllık çalışmamın sonucunda bankadaki tüm parayı, tüm birikimlerimi, tüm varlığımı verip, bir gömlekle yaşam arenasına atıldığım için, buna rağmen hala 3 kuruşun hesabını yaptığı için, kendi ailesi, ve benim arkadaşalarım dahil herkesi yalan bir senaryoya boğmasına rağmenbile bile sustuğum için, “bir küçüğün”, yüzü suyu hürmetine iki “can”ın yaşamasına, hayatlarının bozulmadan devam etmesine izin verdiğim, kan akıtmadığım için yanlış mı yaptım acaba?
Yapılması gerekeni değil, doğru olanı yapmak bu kadar zor olmamalı hayatta, susmanın nedeninin zayıflık değil, erdem olduğunu anlamaları gerek artık müsvettelerin.
Aslında kendime söz vermiştim.
“Herkese hakettiği gibi davranacağım”
Katil’e katil gibi
Hırsız’a hırsız gibi
Ahlaksız’a ahlaksız gibi…
Ama dedim ya “bir küçüğün” yüzü suyu hürmetine, öfkemle kendimi boğdum
sustum… sustum… sustum…
Bu saatten sonra hesaplarını bana değil Allah’a verecek olanlarla işim olmaz diyerek avuttum…
Yeni bir hayat kurmak ve bazı insanların bi haber oldukları BABA görevini yerine getirmek zorundayım…
Önce KIZIM, sonra kendim için…
Konuşturmayın beni…
Sakın ha konuşturmayın!!!
Pazar, Ekim 08, 2006
KORKAK
Vurdukları zaman da kötü vururlar.
Çünkü sağ kalırsanız,
Öç alacağınızdan korkarlar.
Ama korkakların bilmediği bir şey var.
Cesur, aldığı darbelerle ölmezse,
Eskisinden çok daha güçlü olacaktır.
Ve çok daha tehlikeli...
Cuma, Eylül 29, 2006
ANNE BABA
Thomas Bernhard, Anılar...
Anne ve babasını üzdüğü için vicdan azabı çeken arkadaşlara duyrulur :)
Kendinize bir hayat yaratmanın başka bir yolu yok...
DIŞARI
İçimizden, -kendimizden- "dışarıya" gönderdiğimiz insanlar, aslında nasıl görünmek istediğimizi ve bizim nasıl göründüğümüzü kendimize resmediyor.
Ama "dışarı" gönderemediklerimiz,
Ya da göndermek istemediklerimiz,
Tüm sistemimizi bozuyor.
Gün geliyor, çöp evde yaşıyor hissine kapılıveriyoruz. Her taraf kokmuş insan müsvetteleriyle dolu, pislik diz boyu...
Korkmaya gerek yok.
Temizlik zamanı geldiğinde, sancılarla da olsa, bir şekilde herkes ruhunu aklar.
Tek sorun temizlik zamanının ne zaman geleceğine karar verebilmek...
Pazartesi, Eylül 18, 2006
UMUTSUZLULUK
Biliyorum artık. Kaybetmeye çalıştığım her acım, umutsuzluğumun içine gizlenmiş.
İçten içe beni kemiren, umutsuzluğumu sulayan acılarımmış.
Gribin ilacı yoktur ya hani, aldığımız tüm ilaçlar sadece kendimizi daha iyi hissetmemize yarar. Bunu öğrendikten sonra artık grip ilacı almıyorum. Kendimi meydan savaşının ortasına atıp hastalığı yenip yenemeyeceğime bakıyorum.
Gerçek tedavi,
Mücadele ile oluyor “muş”.
Semptomları gidermenin değil,
Gerçek tedavi zamanı…
DİĞERLERİ !
Dünyanın “ben”in çevresinde dönüyor olması, sadece kendi yaşadıklarımızı özel kılıyor.
Yaşam mücadelesi veren insanlar yarın da nefes almak için uğraşırken geleceğini garantilemiş olanlar, yaşamlarının “neden”leriyle uğraşıyorlar.
“Farkında” olabilmenin bir özellik değil bir şans olduğunu kabul etmek “diğer”lerini anlamamız ve “duymamız” için bize neden buluyor.
Çarşamba, Ağustos 30, 2006
DÜN"MÜŞ"
Her gün doğup, gözlerini kapattığın,
Nefesinin durduğu andaymış ölüm.
Dünü de yaşamamakmış.
Verdiğimiz nefeslerin geri dönmediği,
Baktıklarımızın bize bir daha bakmadığı gibi
Bize aitlikten uzakmış “dün”.
“Al” olmuş bedenimdeyse,
Yaralarıma ulaşamıyorum artık.
Kabuk bağlamış kesiklerin
Demirimsi tadı geziyor dilimde.
Damarlarımda devinen kan pıhtıları
Voltalar atıyorlar hayatımın içinde.
Nereyi tıkatacağı belli olmayan
Serseri bir mayın gibi.
Şu kanlı gömlekten bir kurtulsam…
Çarşamba, Ağustos 23, 2006
PİRİNÇ
Sen büyük bir tepside yürüyorsun. Pirinç ayıklanan tepsideki şu küçük pirinçlerden birisin. Elenirsen çöpe, elenmezsen de kaynar suya düşeceksin.
Gitsen ne olur, kalsan ne olur.
Unutma sen sadece bir torba pirincin içindeki "tane"sin.
Ve bir tepsinin içindesin.
Bir soru soracaksan eğer
Sor…
Tepsi nerede?
Çarşamba, Temmuz 26, 2006
MASKE
Yoksa neysen onu mu yaparsin? (You do what you are)”
witnessofbozacı’nın söylediği temel sorunun farkında olan Mevlana da benim en beğendiğim sözünü söylemiştir.
Ya olduğun gibi görün
Ya da göründüğün gibi ol.
Aslında yüzyıllardır insanlar bu “rol” meselesini düşünmüşler ve çeşitli çözümler getirmişlerdir. Teokratik sosyal ortamlarda “dürüstlük” imgesi “rolsüzlük”le eş anlamlı kullanılmış, “cennet” bile dürüstlüğün bir hediyesi olarak sunulmuştur. Evet, bu sorun aslında sosyal olmaktan çok kişisel. Ancak dinlerin, toplumu düzenleme çabaları, psikolojik olan bu problemi, toplumun yarası gibi görüp, “tanrı” denilen ve özünde “otokontrol” mekanizması olan imge ile çözmeye çalışmışlardır.
Modernizmin ile birlikte önemini arttıran materyalizm, Din temelli toplumların “otokontrol” mekanizmalarının yıkılmasına neden olmuş, kişisel maskelerle birlikte sosyal birliktelik, önemli kayıplara uğramıştır.
Sosyal adalet kavramının koruyucusu olan din, günümüzde yerini, yine sosyal bir birlik olan “devlet” denilen kuruma bırakmıştır.
Toplumlar; vergi, sosyalizm, korunma gibi kavramları oluşturmuş, kişisel çıkarları, ortak amaçlar çerçevesinde toplayıp bir çeşit “toplumsal otokontrol” mekanizması geliştirmişlerdir.
Ancak, “Devlet” bilincinin oluşabilmesi için belli bir kültür ve öğretinin nesillere aktarılması gerekir. Bu sorunun da çözümü yeni nesilleri yetiştiren eğitim kurumları üzerine ağır yükler bırakır.
Eğitimsizlik alanında beni en çok etkileyen kahramanlardan biri Frankenstein’dir. İnsan öldürme yetisine sahip, tamamen eğitimsiz ancak sevilme ihtiyacı içinde olan, yaratıcısı (tanrısı) Victor Frankenstein tarafından dışlanmış, hatta öldürülmeye çalışılmış bir kahraman. Neden kahraman diyorum çünkü insanoğlunun en büyük fantezisi olan “İnsan Yaratmak” ütopyasının ilk ürünüdür.
Frankenstein, bir bebeğin bilincinde olan, sadece içgüdüleriyle hareket eden ve witness’in dediği gibi bilinci sonradan öğrenme fırsatı olmamış bir “insan”.
Sevilme ihtiyacını öldürerek giderebilen ve öldürmenin, can almanın tadına varan, öldürebilme yetisi ile kendini önemli hisseden “çirkin” bir insan.
Frankenstein, sosyalleşememiş, toplumun değer yargılarını öğrenememiş ve sağlıklı tecrübelerle geliştirmesi gereken bilincini, kısıtlı örneklerle tümevarım yoluyla çeşitli yargılara ulaşarak geliştirmiş ve tamamen asosyal bir insan halini almıştır.
Ancak kendisi “farklı” olduğunun bilincindedir. Bu yüzden de yaratıcısından kendisine bir eş yaratmasını ister.
Frankenstein, toplumsal maskesinin olmadığını bilen, zaten “kabul” edilmediği için de maske ve rol ihtiyacı hissetmeyen bir yaratık.
Şimdi asıl sorun şurada.
Herkes maskelerini çıkarmaya hazır mı?
“Maskesiz Frankenstein” gibi yalnız kalmaya hazır mı?
Frankenstein gibi kendiyle yüzleşmeye hazır mı?
Çarşamba, Temmuz 19, 2006
GİZLENEN
Yani “kendi evimizin efendileri değiliz” (not masters in our own house).
Freud, bu bilincin dışında saldırıya uğrayan “ben”in, iki büyük yıkımı daha olduğunu belirtiyor. İşin kötüsü de bu saldırılar bilimden geliyor. Yani çağdaş dünyanın keşifleri aslında iç yıkımlarımızı tetikliyor. Kendilik – sevgisi’ne (self-love) gelen ilk darbe insanın kâinatın merkezinde olmadığı gerçeğidir. Aksine dünya, evrende çok küçük bir yer kaplayan önemsiz bir materyal. İkincisi, insanın en gelişmiş varlık olduğu “özel” algısına aldığı darbedir. İnsan türünün de herhangi bir organizmadan çok da farklı olmadığını, hatta bir çok organizmanın insandan bir çok anlamda üstün olduğu bilimsel gerçeğini, Darvin “Türlerin Kökeni” kitabında ortaya koymuş ve dönemin teokratik toplumlarının “yaradılış” “özel” “tek” “üstün” kabullerini sarsmıştır. Burada anlatmaya çalıştığım Darvin’in görüşlerini kabul etmekten öte insan psikolojisinde yarattığı derin yarık.
Bilinçaltımızda yarattığımız bu yarıklar bugün toplumların şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır. Psikanaliz’in temelinde yatan, bu yarıkları bulup “bilinç”in kendisine söylemediğini “bilinçaltı”ndan çağırarak insanın kendisine söylemesini sağlamaktır.
Beni burada korkutan ise gerçekten kendi kontrolüm bende değil mi?
Acaba kendime neleri söylemiyorum.
Siz kendinize neleri söylemiyorsunuz?
Bir liste yapalım mı?
Salı, Haziran 20, 2006
YAŞAM
Yaşam, Yüksek anlamlılık yüklü ender tek anlardan, ve bu anların olsa olsa gölge görüntülerinin Çevremizde gezindiği, sayısız "aralardan" oluşur. Sevgi, bahar, her güzel ezgi, dağlar, ay, deniz... her şey ancak tek bir kez tam yürekten dilegelir. bir biçimde, söze tam olarak "hiç" gelebilirse. Çünkü bir çok insan bu anları hiç yaşayamaz; onlar, gerçek yaşam senfonisinin araları ve duruşlarıdır. Nietzsche... |
Perşembe, Mayıs 25, 2006
BİLİNÇ
"Bilinçdışı kavramı, hem bireyin özerkliğini, hem tüm içsel akılcı zorlamalarımızı, hem de kanıta yüklediğimiz otoriteyi değersizleştirir."
Öyleyse deliler " ya da deli dediklerimiz" bilinçlerini mi mantıklarını mı yitirmişler?
Cevabı Cherson veriyor.
"Deli mantığını yitirmiş kişi değildir. Deli, mantığından başka her şeyini yitirmiş kişidir."
Pazartesi, Mayıs 01, 2006
SORUN-SORU
Sorunların soru olarak ortaya çıkmasının yegane aracı dilimizdir. Ancak, sorunları üreten düşüncelerimizi sınırlayamazsak, sorularımızı hiçbir zaman sınıflandıramayacağız. Yani düşüncelerimiz ya da dilimizi sınırlandırmamız gerekiyor. Peki nasıl yapacağız? Çünkü düşünceye bir sınır çizmek için bu sınırın iki yanını da düşünebilmemiz gerekir ki düşünceyi sınırlandırmak mümkün değildir. Öyleyse sınır yalnızca dilin içinde çizilebilecektir.
Sorunlarımızı dile getirebildiğimiz sürece gerçekte sorun olduğunu görebileceğiz.
Öyleyse söylenebilir ne varsa açıkça söylenebilmeli, üzerinde konuşulamayan, dile getirilemeyen konularda da susmalı.
Sorunları sorulaştırmak için gerekli tek araç olan dili, sorunlarımıza hayat vermek için kullanabiliriz.
Gerçi hepimiz biliyoruz ki yarattığımız kamburun her kemiği, hayatımız boyunca sırtımızdan eksik olmayacak. Yine de sorunsuzluk girdabının bizleri nasıl bitirdiğini bildiğimizden, kamburlarımızla yaşamayı tercih ederiz.
Pazar, Nisan 23, 2006
GÜZEL-YOK ?
Hayatımızı yönlendiren düşlerimiz aslında ütopyalarımız değil mi? Peki, ütopyalarımızı ararken veya ütopyalarımıza ulaşmaya çalışırken aslında neyin peşindeyiz? İz sürdüğümüz avımız gerçekten var mı?
Hayallerimizi ararken karşımıza iki yol çıkıyor.
Birincisi, aslında böyle bir ülke yok. Bizim yapmaya çalıştığımız olmayan bir devleti yaratmaya çalışmak. “Mükemmel Toplum” idolündeki gibi Marksist bir yaklaşımla “yokülke” yi oluşturuyoruz.
İkincisi ise hayallerimizin ve düşlerimizin bir yerlerde yaşadığını ve bizim ona ulaşmak için yaşadığımızı, çalıştığımızı öngörüyor. Yani “güzelülke” yi arıyoruz. Henüz keşfedilmemiş, mükemmel toplumun şu anda yaşadığı hayali bir ada.
“yokülke” veya “güzelülke”. İki ülke de bizim tanıdığımız kimsenin görmediği ütopik “devlet”lerimiz. Her ne kadar iki kavram aynı gibi gözüksede, ulaşma yolları ikisi arasındaki farklılığı derinleştiriyor. Zaten “var” olan “güzelülke” de yaşamak için tek yapmamız gereken oraya gitmek. Tabi bu tek yapmamız gereken dediğimiz eylem, ulaşım sorunumuzun ta kendisi. Yani, okyanusta pusulasız, küçük bir sandalla, küçük bir adayı bulma ihtimalimiz neyse “güzelülke”ye ulaşma ihtimalimiz de aynı. Ama “yokülke” çok daha karmaşıktır. Çünkü hayallerinizin “yaşadığı” yere gitmezsiniz. Hayallerinizi “yaparsınız” ve hayat verirsiniz. “Yokülke”deki en önemli sorun da “devlet”imizi nerede oluşturacağımızdır. Ya da nerede “durmak” istediğimiz.
Şimdi tekrar ilk sorumuza geri dönelim.
Nereye gidiyoruz?
Olan bir “güzelülke”yi aramaya mı?
Yoksa “yokülke”mizi kuracağımız yere mi?
Pazar, Nisan 09, 2006
EBECİ
Biraz daha merak et bakalım. En sonda söyleyeceğim.
*En beğendiğiniz huyunuz: Adaletim, merakım
*Hiç beğenmediğiniz huyunuz: Adaletim, Her şeye bir “neden” bulma çabam.
*En beğendiğiniz yeriniz: Dudaklarım.
*Hiç beğenmediğiniz yeriniz: Kırık burnum.
*Çantanızda mutlaka bulunmalı: Telefonum, sigaram, anahtarlarım, ehliyetim.
*Çantanızda asla bulunmaz: Yiyecek bir şeyler.
*Arabanızın markası: 206 sport’tan sonra hızlı bir araba almamam gerektiğini, hatta bana mümkünse 100’ü geçmeyen bir araba teslim edilmesi gerektiğini öğrendim :)
*Hayalinizde ki araba: 350 hp RENAULT CLIO SPORT 3.0L V6
*En sevdiğiniz yemek: Deniz ürünleri, zeytinyağlı herşey.
*Hiç sevmediğiniz yemek: Yok :)
*En sevdiğiniz hayvan: Çita, At
*En korktuğunuz hayvan: Eskiden yoktu ama, askerde 30 gün boyunca açık arazide akreplerin ortasında yatıp, her gece en az 3 askerimi akrep sokmasından revire götürdükten sonra ben de artık fobiliyim demeye başladım.
*Kullandığınız parfüm: Sürekli aynı kokmayı sevmiyorum. Ama parfümlerim baharat ve musk ağırlıklı. Rochas
*Kullandığınız cilt bakım ürünleri: Traş sonrası bir şeyler işte.
*Her gün mutlaka yaparsınız: Yatmadan önce bir şeyler okurum.
*Her gün yapmayı ihmal edersiniz: Yere kağıt vb. şeyleri atmam. Çöpün yanından geçerken de unuturum, ceplerim hep kağıt doludur. Hepsini eve getiririm. :)
*Karanlıktan korkar mısınız? Hayır.
*Korkutmayı sever misiniz? İnanılmaz. En yaratıcı olduğum alan.
*Giyim tarzınız: Spor. İşte, spor-klasik karışımını severim.
*Asla giymeyeceğiniz: Delikanlılığı bozan hiç bir şeyi giymem. :)
*Cep telefonunuzun markası: Samsung
*Bilgisayarınızın markası : Toplama
*Karşı cinste aradığınız özellikler : Aramam. Koşul koymam. Ya severim ya sevmem.
*Karşı cinste hoşlandığınız tip : Gözler ve bakışlar çok önemli. Kesinlikle de kafası çalışan. Benim için aptal bir kadın kadar itici hiç bir şey olamaz.
*En beğendiğiniz oyuncu: Al Pacino.
*Benzetildiğiniz bir oyuncu : Cins bir adamım. Kimse şuna benziyorsun demedi.
*Film çevirmek istediğiniz bir ünlü : Al Pacino, Juliette Binoche, Liv Taylor.
*Başka bir şey yapmak istediğiniz bir ünlü: Her zaman en son dinlediğim gruplarla bira içmek.
*Tuttuğunuz takım: GS
*Hangi dalda bir sporcu olmak isterdiniz: Hızlı ve içinde adrenalin olan herhangi bir dal olabilir. Ama F1 pilotluğu çok cazip geliyor.
*En büyük hayaliniz: Hayallerimin olmaması…
*Gerçekleştirdiğiniz bir hayaliniz: İşimde olmak istediğim yere gelmek.
*Asla yapmam dediğiniz bir çılgınlık : Stiriptiz
*Yapabilirim dediğiniz bir çılgınlık: “Bana” rağmen bir aşkı dibine kadar yaşarım.
Hadi yine iyisin Erol. Bak bir daha büyük konuşma. Bu seferlik affettim.
Salı, Nisan 04, 2006
DUR(UŞ)
Akkor benzeri bükülmüş, çıplak ve serseri
Ateşli konuşmalardan almış şeklini
Eli yüzünde, bağrı gözünde dibe vurmuş bir batık.
Öyle bir duruş ki, şu geçirdiğim çırpınma nöbetleri
Sana uçuyor güçlü kanatlarla
Kırmızı çizgili haritalarda
Beni büküp bırakmışsın
İstemediğim havuzlarda
Öyle bir duruş ki
Sınırlarda, savaşlarda
Bana benzediniz, düş kırıklığının kabusunda
Susma hakkımı kullanıyorum
Bu birlikteliğin ortasında...
Ocağın bozulması zordur güneş gülüm
Koşuyorum köşeden köşeye
Ayaklar altında
Açtığımız kuyuda...
Son umut karanlık bastırırken doğar,
İstersen ulaş bana tek kişilik uçaklarla...
Pazar, Nisan 02, 2006
BEN?
O gecede ellerinizi korkuyla uzattığınız yıldızlarım.
Yıldızların altına uzanmış şehrin parlak ışıkları, gece vakti saat tam on ikiyim ben...
Uykunuzda nefesinizi çalan kara kediyim, yastığa yapışmış saçlarınızın içinde gizliyim.
Çığlıklarınızla yaşayan dolunay, Kabusunuza dalan melek veya düşlerinize saldıran bir zebani, alacakaranlıktaki rüyalarınızım.
Tutuşan elleriyim sevgililerin... sevişen bedenleri.
Dudaklarından çıkan her kelimesiyim AŞKIN.
Tüm rekleriyim gökkuşağının.
Dünün yaşanmayan tüm anıları, geriye dönüşü olmayan saatlerim.
Çünkü akrebim, yelkovanım.
Kopmuş tüm yapraklarıyım takvimin.
Ben SENİM...
Hayat BENİM...
Asla bitmeyecek, asla ölmeyecek bir vampirim.
Umutsuzluktan umut yaratan
veya
tam tersi hepsini yok eden...
Ben,
"YALAN"IM...
PENTHOS
Acı, güvenli bir uzaklıktan seyrediyor beni.
Ey Penthos,
Bu soğuk dağ zirvesinde,
Bu kasvetli ve üzerinde çingenelerin dans etmediği çalısız yeryüzünde,
Uykuda ve takvimsiz günlerde,
Bu ateş
nasıl
hala
bu
kadar
diri ?
Çarşamba, Mart 29, 2006
PARMAKLIK
Olurmuş muş ayrılık.
Ekerken aşkını en yüreğine,
Biçeceğin yaşıymış gözlerinin.
Umut,
Çoktan gitmiş bu çoraklardan
Umman derinliğine,
Uzaklara.
Sonbahardaki geç yağmurlar,
İlkbaharın kokusunu taşımaz artık.
Vazgeçmekse yalnızlık hayattan,
Ben, vazgeçtim.
Seni sevmekten sanma sakın.
Geçişim sevdaya dair her şeyden,
Bile bile tutsaklıktan.
Ama tutsaklık geçmedi işte
Ne benden, ne de bedenimden.
Biliyorum artık,
Benim ki gibi çekilirmiş
Hayat hapsinin cezası.
Ömrünün sonuna kadar,
Mahkûm olmakmış
Parmaklıkları bedenin olan zindanlarda,
Ağır ağır "yaşamak"mış.
Burada
"Yok"lukta…
Pazartesi, Mart 20, 2006
HOYRAT
Ölmekten betermiş, yaşamak için kaçarken,
Fark etmeden teslim etmekmiş hayatımı
“Güvenliğin” hoyrat ellerine.
Çekinir olmuşum korkmaktan,
Gizlemişim yaşamımı çelik zırhlı camdan fanuslara…
Oysa şimdi,
Ölümün tütsüsü dumanını salmışken,
Ciğerlerime çekmişken bir kere serin nemini,
Korkmuyorum artık hiçbir şeyden.
Ne yaşamdan,
Ne "hayat" sandığım sanrılarımdan
Ne de sızısızlıktan…
Perşembe, Mart 16, 2006
KATLİ VACİP
Bilemezsin kanın rengini.
Kana bulanmış kirli parfüm kokusu,
Kırmızı sislerin arasında yapışır nemine.
Keserken hayatları arsızca,
Derinindeki ikiyüzlülük vurmuşken kendini dağlara,
Katledilen umutlarımdı resimlerini çektiklerim.
Göz pınarlarım ihanet etmişken,
Yağmurda değil, gözyaşlarında ararsın ıslaklığı.
Derya niyetine bir küçük damla dilenirsin ki,
Adını mıhlamak için tükürükle suratına.
İzini yaralarken aşkınızın aynaya,
Oluk oluk akarken arkanızdan kanlar,
Gökten üç elma düşmüş bile dalından uzağa,
Nemini akıtarak toprağa.
Ruhun mezbahayı arayacak,
Yaratmışken 3 cehennem,
3 zebani bekleyecek seni,
Katli vacipler pazarında.
Çarşamba, Mart 08, 2006
AYYAŞ
Onu yalnızca mutsuz bir ayyaşa dönüştürmüş olursunuz.
Cuma, Mart 03, 2006
YARIN...
Bilmiyorum.
Galiba çok yorgunum.
Sakinim.
Şimdilik…
Aşkıma batan iğneler,
Aşkımı değil ama
Beni yakıyor.
Aşka acımıyorum.
Kızmıyorum da artık.
Yapması gerekeni yapıyor.
Acıtıyor.
Yakıyor.
Kanatıyor.
Ölümden sonraya inanıyorsan eğer
“Her ölüm yeni bir yaşam.”
Kurtların çürütmediği bedenlerin hakkıdır,
Sırça filizli yaşam.
Yarın bugünden farklı olmayacak.
Savaş ve kaos
Son kaleme saldıracak.
Sonra mı?
Gün ışığı yakacak gözlerimi.
UMAR’ımın olmadığı gibi
Yarınım da olmayacak.
Ya da…
Salı, Şubat 28, 2006
EBEGUMECI
Ebe, Elim sende...
Amma da özlemişim bu oyunu. Çocukken diyeceğimi zannettiniz ama yanıldınız. 17-18 yaşıma kadar hani büyük parklarda olur ya demirden altlı üstlü geçmeli çok oturaklı, kaydıraklı. (Rugby+Amerikan futbolu-merhamet) x maymunluk. İşte bu denkleme yakın koca koca çocukların uydurduğu (Park bekçilerinin gazabını göze alıp) bir oyun.
Galiba bu başka. Ama yine de özlemişim. Neyse uzatmadan. Hocam, istediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?
1) Yaptığınız 4 işi yazınız?
Öğrencilik
Tekstil,
Öğrencilik
Ticaret
Öğrencilik
Planlama Müdürlüğü
Muhasebe Müdürlüğü
(Öğrenciliği 1 sayıyorum)
2) Sevdiğim 4 Film veya Dizi,
Fight Club, Blue (kıeslowskı), 21 Grams, Donnie Darko, Carlito's Way. + AL PACINO
3) Yaşadığım 4 Yer,
İzmir, Bursa...
4) İzlediğim 4 TV Programı,
Bu kadar kanal niye var? TV izlemek, hızlı zap yapıp gezmek demek. Arada takıldıklarım, TRT2 yakın tarih belgeselleri, Magazinsiz!!! Haberler...
5) Tatil için gittiğim 4 yer,
Çeşme, Rüzgar kum okyanus suyu,
Didim, Altınkum, e kum işte,
Kuşadası, Barlar Sokağı
Ölüdeniz, Açık deniz...
6) Sevdiğim 4 yemek,
Zehirli değilse herşey. Ama bir başkadır tuzlu su balığı, zeytinyağlı mezeler, Akdeniz mutfağı :)
7) Şimdi olmak istediğim 4 yer,
Deniz kenarı olsun, İzmir körfezi koksun.
8)Ebelenecek 4 Kişi,
Kimse kaçamayacak, okuyan ebe.
Cuma, Şubat 24, 2006
ÖZLEM
Silemiyorum Gözümdeki yalnızlığın kabusunu.
Biliyorum.
Bir gün özleyeceğim seni.
Hatta giderken bile
Arayacak hayran gözlerim seni.
Her gündönümünde,
Batıyor sırtımdaki bıçaklar.
Daha derime,
Daha derine.
Ama yinede,
Bugün özleyeceğim seni.
Biliyorum,
Yarın boğulacağım.
Kelimelerinde,
Kelimelerimle.
Hayat kulağıma fısıldarken ölümü,
Dünümü özleyeceğim.
Seninken hayatım.
Bir varmış, Bir yokmuş Derken,
Hayat
SENKEN…
Ben
SENİN,
Sen
BENİMKEN…
Cuma, Şubat 17, 2006
YAKUT
Ordularım yılgın, yorgun.
Hakim tepeden yaralarıma,
Ölülerime bakıyorum.
Fırtına öncesi soğuk bir rüzgar esiyor.
Ateşte yanan odunun sesiyle yankılanan gururum
Gecenin çıtırtılarında,
Ateş böcekleriyle yanıyor.
Çok savaşa girdim.
Kan tutmaz beni ama,
İğnelenen aşkımın,
Kan kokusundan başım dönüyor.
Savaşın rengi,
Gözlerimin akını boyamış.
Yalnız gece çıkan gökyüzü süsleri
Siyah zemin üstüne yapışan
Yakut parlaklığında,
Uyumam gerek.
Uyuyabilmeliyim.
Yarın çok zor bir gün olacak…
Salı, Şubat 07, 2006
MERMİ
Bir kere çıkabilir en keskin namludan.
Küçük bir iğne ateşlemiştir içindeki barutu.
İğne değildir barutu yakan.
Ateştir.
“Mermideki Ateş”
Ama mermi de bilir ki
Barutu sadece bir kere yanar.
Yanmak isterse eğer ömür boyu,
Gitmek isterse sonsuz boşluğa,
Yavaş yavaş yanmalı.
İçin için,
Buram buram.
Barut gibi değil.
“KOR” gibi…
Perşembe, Şubat 02, 2006
FOTOGRAFLAR
gördüklerime,
duyduklarıma,
yaşadıklarıma,
GERÇEKLERE,
İnanmıyorum,
Elinde tutuğun gibi kağıtlarda olmayacak fotoğraflarımız,
Dokunamayacağız belki,
"Yaşama" dıklarım,
"Yaşanmamış" lıklarım,
"Yaşanamamış" lıklarım,
ve
Senin hayalin çekecek
En güzel fotoğrafları.
Beynimin en ücra köşelerine kazıyacağım onları,
Son GÜN,
İşte ben bu KADINI YAŞADIM diyeceğim.
Yoksa,
Ne işim var benim bu dünyada...
DÜŞ(ÜŞ)
Yüzümde rüzgarın nefesi,
Kulaklarımda sesi,
Huzurlumuyum?
Evet,
Huzurluyum.
Sonsuza kadar sürmeyecek bu düşüş
Biliyorum.
Bedenim, beni kayalarla buluşturacak.
Hem ben
Yer çekimini yenemem ki,
O kadar güçlü değilim.
Ama,
Acelem yok benim,
Senin,
Nefesinin ılıklığından esinlenen,
Sesinin buğusundan dem alan
Rüzgarın,
Tadını çıkarıyorum.
Gözlerim sımsıkı kapalı.
Korkuyor muyum?
Hayır,
Korkmamam gerek,
...
Evet,
Korkuyorum.
En son senin gözlerine bakmıştım ya,
hani sana söz vermiştim,
"Gözlerine bakarak öleceğim" diye,
Ya Çarptığımda,
Gözlerim açılırsa...