Pazartesi, Ağustos 15, 2005

Son dene_me

Dene_me,

Neden ilk defa denenen şeylerde deneme yazılır ki, sanki gerçekten yazacağın şeyler yanlış bir hareketinde yok olacakmış gibi J Sanki bunları yazan sen değilsin de bir daha yazamayacakmışsın gibi.

Bir belgeselde görmüştüm. 4 aslan yavrusu bir tane büyük kirpi buluyorlar, hepsi bir hevesle ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Uzun takip sonucunda sadece bir tanesi sıkılıp vazgeçmiyor ve kirpinin ne olduğunu, dikenlerinin ne işe yaradığını, nasıl acı verdiklerini öğreniyor. Diğerleri ise sadece uzaktan kardeşlerini izleyip amerikayı hazır keşfeden bir “kaşif” varken boşuna suya sabuna doyunmayalım edasında işi çözdüler.

Düşününce, hayatımıza yön veren yargılarımızın bir çoğu aslında bizden önce “başkaları” tarafından keşfedilmiş hayat deneyimlerini, sanki doğanın kuramı gibi “kabul” etmemizle oluşuyor.

“Norm”larımızı eline diken batan insanların deneyimleriyle oluşturuyoruz.


Yine de bazılarımızın ilgilendiği eline diken batıp batmaması değil dikenin nasıl bir şey olduğu deneyimi olmasın.


Yoksa siz de benim gibi elini ısırgan otuna sürüp acaba nasıl “ısırdığını” tatmak isteyenlerden misiniz ?

4 Comments:

Blogger Erol said...

ses bir iki deneme
ssssssssss :)

Adına deneme demesek dahi yaptığımız ilkler hep bir deneme değil midir zaten mirim?

Denemeden dene-me olmuyor herhal.
"Son dene_me" nde başarılar..

15/8/05 13:08  
Anonymous Adsız said...

Her şey.. tutkuda gizli… içindeki tutkunun derinliklerinde.. tutkunun büyüklüğünde..
Çünkü tutkunun 2 temel kuralı var: kontrolsüzlük ve hesapsızlık

tutku da kriterler de önemsiz… yani edindiğin değer yargıları beğenilerin ahlak anlayışın vs vs .... bunların hepsi anlamını yitirir ...
işte bu yüzden tutku inanılır olandır... şüphe duymadan... 2 gün de sürse 2 yıl da... tutku tüm olumsuzluklara rağmendir...
kendine yenilmektir tutku...
ruhunun parçalanışını izleyebilmektir....
tutkuyu duyabilmek de herkesin harcı da değildir... tutku rafine bir ruh yaşam gustosu ve hatırı sayılır yaşanmışlık gerektirir...
ruh zenginliği olmayan birinin ruhunu bu derece parçalanmaya bırakabilmesi düşünülemez... ruh zenginse şımartılabilinir tutku ile... ve hüzün göze alınabilinir, acı göze alınabilir... yoksa yaşamın kenarından seyredenlerin harcı değil tutku...
evet tutku kanatır... ve tüm yaşamını alt üst eder... bir an dünyanın en mutlu insanısındır .... bir an içinin yırtıldığını hissedersin ... manic depresiftir tutku..
tutku yıpratır... rahat huzurlu bir anı olmaz... yorar insanı...
ve insanın mantal ve ruhsal kapasitesi ne denli yüksek ise tutkunun değeri kalitesi ve şiddeti o kadar yüksek ve sıradışıdır...
tutku öyle zamanla emekle oluşmaz... ilk andan itibaren ya vardır ya da hiç oluşmaz... onun oluşması için tüm geçmişine emek vermişsindir zaten…
yani ya tutkulu bir karaktere sahipsindir… yada değil… tutkulu bir karaktere sahipsen.. yıllarca bastırılmış bile olsa.. bir gün hiç beklenmedik bir olayda ortaya çıkar..
yani… ısırgana elini uzatıp deneyim edeceksen bu içindeki tutkudandır… yada ısırganın yakan bir çiçek olduğunu öğrenmek seni ondan uzak tutuyorsa… bu içindeki tutkunun yetersizliğindendir.. öğrendiklerin, değer yargıların seni engelleyebiliyorsa… burada bir tutkudan.. tutkulu bir karakterden söz etmek imkansız değil mi sence de?
Bu beraberinde yeni bir soruyu da getiriyor tabiki:
Şöyle ki: bir insanın , çakan bir şimşeğe çıplak gözle yakından baktıktan sonra artık bir daha hiçbir ışığı yeterince parlak ve çekici bulmaması gibi... bir tutkuya tutulduktan sonra hayatın diğer kısımlarını tümüyle sönük görüp yalnızca o parlak ışığın peşinden gitmesi, tutkunun efsunlu gözüken çekiciliğine kapılması o insana verilmiş bir armağan mı yoksa bir ceza mı?.....
en büyük en sağlam mermer kütlelerini bile parçalayan inci ağaçları gibi her türlü duyguyu ve gerçeği yırtarak büyüyen bir tutkuyla yaşamak mı insanı daha mutlu kılar , yoksa o tutkudan kurtulmak mı?
tutkusuz hayatların sıradan huzuruyla tutkulu hayatların sancılı gelgitleri arasında bir seçim yapma hakkı verilse hangisini seçerdin?
ama sanırım o hak bize verilmiyor, bazılarımız o tutkuyla doğuyor, bazılarımızın gücü ve yapısı ise tutkuyu yaşamaya yetmiyor.
tutkuyu bilmeyenler tutkunun değerini de anlayamazlar tutkuyla yaşayanlar ise galiba tutkunun kıymetini onu kaybettiklerinde anlıyorlar.
üstelik tutkunun kayboluşu çoğunlukla büyük bir başarıyla, büyük bir zaferle birlikte geliyor.
tutkuya yakışan bir kaybediş!!!!

15/8/05 15:26  
Blogger blackalem said...

Tutku kontrolsüz ve hesapsız olamaz. Çünkü o zaman tutku bir adet basit bir güdüye dönüşür. Tutku aslında herkeste ayrı biçimde ortaya çıkar. Ya da herkes tutkuya farklı tepki verir. Kontrolsüz ve hesapsızlıktan kasıt “tüm koşullar değişkenken ve her ne şartta olursa olsun” bir amacın peşinden gitmekse tamam. Ama tutku önlenemez bir “araç” ise amaca ulaşmak için, bu aracı son derece kontrollü ve hesaplı kullanmak tutkunun doğasına daha uygundur. Deli dumrul gibi üstüne gitmek mi hedefine sızma yaparak ulaşmak mı? Belki de tercih kişiye kalmış.
İkincisi tutku biter mi? Ya da biterse bu tutkumudur. Tutku biçim ve yön değiştirebilir mi ya da aslında içimizdeki sabit olan tek şey tutku, diğerleri tutkunun yönlendiği hedefler mi ?
Bir de tutkunun tutkusu olmak var bence asıl doyumsuzluğun kaynağı bu. Neye, kime tutku ile bağlı olmanız veya ne yaptığınız önemli değil tek istediğiniz bir “şey”e tutku ile bağlı olmak, o endorfinin tadını ruhunun, vücudunun derinliklerinde hissetmek. Yoksa asıl tutku, “tutku” olmasın ?

16/8/05 09:24  
Anonymous Adsız said...

hayır.. tutkunun içine.. kontrol ve hesap girdiği anda... gerçek bir tutkudan bahsetmek imkansız! tutku bir amacın peşinden gitmek.. giderken de kontrollü gitmek değildir ki! tutku yaşamın bütünü zaten.. araç değil.. yaşamı ya tutkulu yaşarsın.. yada sönük.. hesabın başaldığı yerde tutkudan söz etmek imkansız. kendini kontrol edebildiğin noktada tutku mutku yoktur ortada.

16/8/05 17:41  

Yorum Gönder

<< Home