MASKE
“Ne yaparsan O’sun mu (You are what you do)
Yoksa neysen onu mu yaparsin? (You do what you are)”
witnessofbozacı’nın söylediği temel sorunun farkında olan Mevlana da benim en beğendiğim sözünü söylemiştir.
Ya olduğun gibi görün
Ya da göründüğün gibi ol.
Aslında yüzyıllardır insanlar bu “rol” meselesini düşünmüşler ve çeşitli çözümler getirmişlerdir. Teokratik sosyal ortamlarda “dürüstlük” imgesi “rolsüzlük”le eş anlamlı kullanılmış, “cennet” bile dürüstlüğün bir hediyesi olarak sunulmuştur. Evet, bu sorun aslında sosyal olmaktan çok kişisel. Ancak dinlerin, toplumu düzenleme çabaları, psikolojik olan bu problemi, toplumun yarası gibi görüp, “tanrı” denilen ve özünde “otokontrol” mekanizması olan imge ile çözmeye çalışmışlardır.
Modernizmin ile birlikte önemini arttıran materyalizm, Din temelli toplumların “otokontrol” mekanizmalarının yıkılmasına neden olmuş, kişisel maskelerle birlikte sosyal birliktelik, önemli kayıplara uğramıştır.
Sosyal adalet kavramının koruyucusu olan din, günümüzde yerini, yine sosyal bir birlik olan “devlet” denilen kuruma bırakmıştır.
Toplumlar; vergi, sosyalizm, korunma gibi kavramları oluşturmuş, kişisel çıkarları, ortak amaçlar çerçevesinde toplayıp bir çeşit “toplumsal otokontrol” mekanizması geliştirmişlerdir.
Ancak, “Devlet” bilincinin oluşabilmesi için belli bir kültür ve öğretinin nesillere aktarılması gerekir. Bu sorunun da çözümü yeni nesilleri yetiştiren eğitim kurumları üzerine ağır yükler bırakır.
Eğitimsizlik alanında beni en çok etkileyen kahramanlardan biri Frankenstein’dir. İnsan öldürme yetisine sahip, tamamen eğitimsiz ancak sevilme ihtiyacı içinde olan, yaratıcısı (tanrısı) Victor Frankenstein tarafından dışlanmış, hatta öldürülmeye çalışılmış bir kahraman. Neden kahraman diyorum çünkü insanoğlunun en büyük fantezisi olan “İnsan Yaratmak” ütopyasının ilk ürünüdür.
Frankenstein, bir bebeğin bilincinde olan, sadece içgüdüleriyle hareket eden ve witness’in dediği gibi bilinci sonradan öğrenme fırsatı olmamış bir “insan”.
Sevilme ihtiyacını öldürerek giderebilen ve öldürmenin, can almanın tadına varan, öldürebilme yetisi ile kendini önemli hisseden “çirkin” bir insan.
Frankenstein, sosyalleşememiş, toplumun değer yargılarını öğrenememiş ve sağlıklı tecrübelerle geliştirmesi gereken bilincini, kısıtlı örneklerle tümevarım yoluyla çeşitli yargılara ulaşarak geliştirmiş ve tamamen asosyal bir insan halini almıştır.
Ancak kendisi “farklı” olduğunun bilincindedir. Bu yüzden de yaratıcısından kendisine bir eş yaratmasını ister.
Frankenstein, toplumsal maskesinin olmadığını bilen, zaten “kabul” edilmediği için de maske ve rol ihtiyacı hissetmeyen bir yaratık.
Şimdi asıl sorun şurada.
Herkes maskelerini çıkarmaya hazır mı?
“Maskesiz Frankenstein” gibi yalnız kalmaya hazır mı?
Frankenstein gibi kendiyle yüzleşmeye hazır mı?
Yoksa neysen onu mu yaparsin? (You do what you are)”
witnessofbozacı’nın söylediği temel sorunun farkında olan Mevlana da benim en beğendiğim sözünü söylemiştir.
Ya olduğun gibi görün
Ya da göründüğün gibi ol.
Aslında yüzyıllardır insanlar bu “rol” meselesini düşünmüşler ve çeşitli çözümler getirmişlerdir. Teokratik sosyal ortamlarda “dürüstlük” imgesi “rolsüzlük”le eş anlamlı kullanılmış, “cennet” bile dürüstlüğün bir hediyesi olarak sunulmuştur. Evet, bu sorun aslında sosyal olmaktan çok kişisel. Ancak dinlerin, toplumu düzenleme çabaları, psikolojik olan bu problemi, toplumun yarası gibi görüp, “tanrı” denilen ve özünde “otokontrol” mekanizması olan imge ile çözmeye çalışmışlardır.
Modernizmin ile birlikte önemini arttıran materyalizm, Din temelli toplumların “otokontrol” mekanizmalarının yıkılmasına neden olmuş, kişisel maskelerle birlikte sosyal birliktelik, önemli kayıplara uğramıştır.
Sosyal adalet kavramının koruyucusu olan din, günümüzde yerini, yine sosyal bir birlik olan “devlet” denilen kuruma bırakmıştır.
Toplumlar; vergi, sosyalizm, korunma gibi kavramları oluşturmuş, kişisel çıkarları, ortak amaçlar çerçevesinde toplayıp bir çeşit “toplumsal otokontrol” mekanizması geliştirmişlerdir.
Ancak, “Devlet” bilincinin oluşabilmesi için belli bir kültür ve öğretinin nesillere aktarılması gerekir. Bu sorunun da çözümü yeni nesilleri yetiştiren eğitim kurumları üzerine ağır yükler bırakır.
Eğitimsizlik alanında beni en çok etkileyen kahramanlardan biri Frankenstein’dir. İnsan öldürme yetisine sahip, tamamen eğitimsiz ancak sevilme ihtiyacı içinde olan, yaratıcısı (tanrısı) Victor Frankenstein tarafından dışlanmış, hatta öldürülmeye çalışılmış bir kahraman. Neden kahraman diyorum çünkü insanoğlunun en büyük fantezisi olan “İnsan Yaratmak” ütopyasının ilk ürünüdür.
Frankenstein, bir bebeğin bilincinde olan, sadece içgüdüleriyle hareket eden ve witness’in dediği gibi bilinci sonradan öğrenme fırsatı olmamış bir “insan”.
Sevilme ihtiyacını öldürerek giderebilen ve öldürmenin, can almanın tadına varan, öldürebilme yetisi ile kendini önemli hisseden “çirkin” bir insan.
Frankenstein, sosyalleşememiş, toplumun değer yargılarını öğrenememiş ve sağlıklı tecrübelerle geliştirmesi gereken bilincini, kısıtlı örneklerle tümevarım yoluyla çeşitli yargılara ulaşarak geliştirmiş ve tamamen asosyal bir insan halini almıştır.
Ancak kendisi “farklı” olduğunun bilincindedir. Bu yüzden de yaratıcısından kendisine bir eş yaratmasını ister.
Frankenstein, toplumsal maskesinin olmadığını bilen, zaten “kabul” edilmediği için de maske ve rol ihtiyacı hissetmeyen bir yaratık.
Şimdi asıl sorun şurada.
Herkes maskelerini çıkarmaya hazır mı?
“Maskesiz Frankenstein” gibi yalnız kalmaya hazır mı?
Frankenstein gibi kendiyle yüzleşmeye hazır mı?
3 Comments:
bil bakalım ben kimim?????
bilmiyorum.
ben senin için kimim??????
Enjoyed a lot! Email stationery email free stationary service recommendations 2004 toyota 4 runner
Yorum Gönder
<< Home